Sayfalar

23 Nisan 2015 Perşembe

Ister okuyunuz, ister dinleyiniz!..

https://www.youtube.com/watch?v=-JivRXX-bnQ

GÜLŞİİR

Geceyarısı, karanlık bir bozkırda
Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya...
Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
Haklı olan kim bu kargaşada?
Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
Ucu bucağı olmayan bu çığlığın
Ortasında nasıl barışılabilir?
Anlamak isterim, hangi yasa
Bir beşikle bir darağacını
Aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?


16 Eylül 2014 Salı

Ucak'da

Hep izleniyormus gibi hissetmek cok zor. Hic kendisi olamiyor insan, kendi kendisiyleyken bile. Neyse, ucakta ilk defa tam ortalardan bir yer dustu bana. Yilda en az 3 kere okayanus otesi ucarim, ilk defa boyle boktan bir yere dustum. Disarida gok gurluyor, her simsek caktiginda ucak bir daska sallaniyor sanki ve tam da bu yuzden yanimda deminden beri beni izleyen Adama bir aciklama yapmak geregi duyuyorum.

"Kaybedecek o kadar cok seyim var ki, cok korkuyorum." 

Adam son bes dakika icinde ictigim altinci kadeh viskiye bakip daha akli basinda bir aciklama beklememeliydi tabii, yine de

"Hepimiz korkuyoruz ama...." Gibi salakca bir yorum yapinca

"O zaman sen niye icmiyorsun?" Diye soruverdim. 

Onun ne kabahati var halbuki, sorun bende. Benim, kaldiramayan en ufak bir riski bile. O halde, niye ucaga biniyorsun degil mi, salak. Dusmesi var bunun, dusemeden durmadan dusecekmis gibi bi asagi bi yukari sallanmasi var, di mi? En kotusu de bu ikincisi, neredeyse dusse daha mi iyi acaba diye dusundurur insani amina koyiim. Simdi oyle dusunmuyorum ama, kafam iyi, ondan. Tek derdim, viskiye bi cila atsam mi degil, cilayi birayla mi yoksa sarapla mi atsam. Bu okyanus ustu yolculuk baska turlu bitmez, ama boyle de bitecege hic benzemiyor, ne yapsak acaba, yanimdaki garibana donup biraz onunla takilayim diyorum. Sarhosuz ya, ne desem ok (okay), ne sovsem, sevgi sozcugu nasil olsa...
Ah, o sirada yanimizdan o guzelim hostes geciyor, sansa bak,  kendisine yonelecek kerizce zeki baska bir sorunun umudiyle daha onceki soruyu unutmaya cok gonullu komsum biraz bekleyecek. Ayagima kadar gelmis yedinci bardak viskimi geri ceviremem. Adama, isaret parmagimin yarisini bas parmagimin hasmetiyle kesmek suretiyle tarif ettigim kisa sureyi beyan ettikten sonra guzel hostesin sakalli cenesini niye gerdigini akil erdiremedigim o meshum soruyu yoneltiyorum.

"Can I have another whisky pls.?"

Caresiz, uzatiyor alev alev yanan bardagi, korkudan buz tutmus parmaklarimin arasina. Ne saadet! Simdi donebilirim pek sevgili komsumundan isitecegim, bu hayati icmeden de yasayabilecegime dair vaizi dinlemeye. Lakin dinlemek baska sey, uygulamak baska. Pederler bunu anladiklari ve kabul ettikleri zaman, kilieseler dunyaya hakim olacak zaten.

"Baska sorum yok." Diyorum, inatci. 

"Bana bunu cevapla yeter." zira, onun sebepsizliginde kendi sebebimi yok etmek istiyorum.

"Bilmem." Diyor.

Duramiyorum. 

"Ickiden geleceginden korkarak buyudugun seyin, ucma ve ucarken yok olma korkundan daha buyuk oldugu icin olabilir mi acaba?

12 Ekim 2013 Cumartesi

Bu Aksam Basima Gelenler

Ne sinir!.. Sevmiyorum bu sehrin merkezini. Hic bir sehrin merkezini sevmiyorum aslinda. O kalabalik, onca insan... Hep ayni renk ve ayni ton. Sana benzeyen, senin gibi olan veya diger herkes gibi olmaya calisan, yuzlerce insan. Ha, bir de Cumartesi aksamiysa, herkes gibi 'eglenmeye calisan', hayattan alinan zevkin en ucundaymis gibi yapan koca bir suru. Kose baslarinda bagiran ve jazz muzigiymis gibi yapan tangur tungurtu da cabasi. Ya, onlara bakan yuksek camekanli vitrinlerinden 'hayat cok guzel' renklerindeki gozleriyle hic bir yere bakmayan, boylece gormek diye bir derdi olmayan renk korlerine ne demeli...

18 Şubat 2013 Pazartesi

Rüya _ Pazarı Pazartesiye bağlıyoruz.


Üç kiși oturuyor. Ortalık oldukça loș. Hatta, bir dıșarı mekanı. Hafif bir rüzgar var. Aysız bir gece. Ağaçlara asılmıș düșük mumlu bir iki lanternden geliyor ıșık. Bir yaz bahçesi. Üç kișiden biri, sadece izliyor. Dolayısıyla görmüyoruz onu, o bizi görüyor ama. O, benim. Diğer iki kișiden biri Erdal dayıma benziyor; heybetli. Bahçede bodur ağaçlar var, bol yapraklı. Sanırım meyva ağaçları. Elma gibi, șeftali gibi bir șey. 

14 Şubat 2013 Perşembe

Iskender !! ve ??


Elif Ṣafak’I severiz biz klüpcek.

En azından klubün mudavimleri tarafından bu böyle.

Oysa becerikli yazıcı kendi memleketindeki okuyucular tarafından öyle pek de derin bir muhabbetle anılmıyor nedense.

Ya da, seveni var amma sevmeyeni de pek fazla gibi duruyor diyelim.

Veya, buradan bakınca öyle görünüyor diyelim.

22 Eylül 2012 Cumartesi

Izlenmeden Yasayamiyoruz!..

Ilk yorumu almisim bloga, farkinda bile degilim. Gormelisiniz beni. Bir sevinmek, bir sevinmek. Sevindirik olmak, sisip simarmak. Gururla kabaran gogsun kafesini zorlarken verdigi aciyi hissetmek. Bla, bla, bla!.. Neyse iste!.. Hem de hic tanimadigim birinden.

Dur bir dakika!.. Tanimadigim mi dedim.

Peki nereden biliyorum tanimadigimi.

Tanidiklarimi ya da tanidigimi zannettiklerimi biliyorum da, tanimadiklarimdan haberim var mi?

14 Şubat 2012 Salı

Yeşil Peri Gecesi (Ayfer Tunç)

Ayfer Tunç’u o henüz bir ‘gemi tayfasıyken’ tanımıştım. Hayalet Gemi adında bir dergi çıkarmışlar, okuyanı diyardan diyara sürüklüyorlardı (meraklisina: http://hayaletgemi.com/ ). Onlar çok yol almışlar, senelerce dolanıp pek çok limana uğramışlar ve hatta geri bile dönmüşlerdi. Geç kalmıştım. Yine de güzeldi izlerini sürmek, o yol heyecanını onlarla yeniden yaşamak. Aradan ne çok zaman geçti hatırlamıyorum, ‘Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek’ le yine kulağıma çalındı adı. Gel zaman git zaman, kısmet bugüneymiş, klüp kitaplarımızdan biri olarak yine karşılaştık Ayfer Tunç’la. Ama bu sefer hiç gitmemek, hep aklımın bir yerlerinde kalmak, kendini yerleştirdiği hafıza sarmalında anıya benzeyen çakımlarla yanıp sönerek kendini sürekli hatırlatmak üzere yine geldi.

Diyorlar ki, Kapak Kızı diye bir kitap daha yazmış Tunç bundan önce. Yeşil Peri de onun bir devamı, hatta oradaki bir yan karakterin kendi romanıymış. Bilemem, Kapak Kızı’nı okumadım, ama okuyacağım. Ne hissettiğimi o zaman söylerim.

6 Aralık 2011 Salı

Kinyas ve Kayra (Bir ilk kitap: Hakan Günday)

Biri tamamen kaybolmuş ve kendini yok etmeye çalışan, diğeri ise durmadan arayan ama bir türlü bulamayan, ancak yılmayan, iki garip arkadaşın hikayesi. Daha doğrusu, iki çelişkili zihin. Dünya ile aynı hızda dönmeyi başaramamış ve bunun hıncını da diğer insanlardan ve kendilerinden çıkarmaya çalışan iki kayıp ruh. Biri, ucundan bile yakalama umudu olmayan, diğeri ise tamamen kopup gidecekken son anda kendini ‘sevgi’ye tutkallayarak tutunabilen iki adet tutunamayanın hikayesi Kinyas ve Kayra.

Oğuz Atay’ın Selim’i ne kadar sevimli, içten ve bizden görünüyorsa, Kinyas ve Kayra’nın tutunamayanları da o kadar iğrenç, itici ve çirkinler. Zaman içinde tutunamayanlar bile daha bir yozlaşmış diye düşünesi geliyor insanın.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Ey Çaresizlik!.. Adını ‘acıyı paylaşmak’ koymuşlar…

Paylaşılabilir bir acı olsa bari… Böylesi nasıldır, insanı nasıl böler ortadan ikiye, sonra dörde, beşe, onyediye ve yok eder sonra, hala hayattaysan bile. Bilinebilir mi… Anlaşılabilir mi ki, paylaşılabilsin.

20 Ekim 2011 Perşembe

Beyoğlu Rapsodisi (kitabı okumayanlar ve okuma niyeti olanlar bunu okumasın zira sürprizin içine ediyorum!..)

Halk türkülerinden ve milli ezgilerden oluşturulan müzik eseri demek rapsodi. Macar Rapsodiler’i vardır mesela Listz’in, meşhur. İçinde onca çok- sesliliğe rağmen en çok Beyoğlu’nun çalıp söylediği böyle bir kitaba güzel bir isim olmuş; Beyoğlu Rapsodisi. Yazarı Ahmet Ümit.





14 Ekim 2011 Cuma

Portakalım Altınım!..


Kadınlardan oluşan bir juri değerlendirdi bu sene Altın Portakalı. Ne yalan söyleyeyim, hiç bakmadım kimdir bu kadınlar, ne yaparlar diye. Kadın olmaları, bir film yarışması bile olsa dünyanın belli bir kesiminin dinlediği, hem de can kesilip dinledği bir kulağa duyulacak bir ses yaratacak olmaları hoşuma gitti. Altın Portakal öncesi twitterdan takip ettiğim bazıları Zenne’yi en iyi film olarak konuşuyorlardı. Biraz araştırıp nasıl bir şey olduğunu öğrendiğimde benim de ilgimi çekti. Tamamını izlememiştim tabii, film vizyona girene kadar o meşhur jurinin değerlendirmesine güvenmek zorundaydım. Vakti zamanı gelince kendi düşüncelerimi de burada paylaşacağım elbette. Ama, her şeyden önce, ilk önce, bu akşam hissettiklerimi paylaşmam gerek.

9 Ekim 2011 Pazar

Şarkını Söylediğin Zaman


2011 yılının Ekim ayı kitabıydı Charlotte Türkçe Kitap Klubünde (Meraklisina; https://www.facebook.com/groups/339206104245/ ). Daha önce Ölü Erkek Kuşlar’ı ve Mor’u okunmuş genel bir beğeni ve hayranlık oluşmuştu yazara karşı. Şarkını Söylediğin Zaman’ın daha yayımlanacağı söylentileri sırasında karar vermiştik neredeyse okumaya. Seviyorduk İnci Aral’ı. Klubün bütün aktif üyeleri tarafından paylaşılan ortak bir hevesle bekledi sırasını… Ekim’in gelmesini. Bir önceki ayın kitabı Şairin Romanı olduğu için üç sıfır yenik başlamış olsa da maça yazarına duyulan genel yakınlık büyük avantajdı roman için. Ama bunların hiç biri sonunda uğranılan hayal kırıklığını önleyemedi.

8 Mayıs 2011 Pazar

Hay bin Laden!..

İki tane twitter hesabım var. Birinde sadece Türkçe twit yazıyorum ve Türkiye’ki eş- dostla, beğendiğim, değer verdiğim haber ve sanat adamlarını takip ediyorum. Diğerindeyse sadece İngilizce haberleşebilen insanlar var takibimde ve Amerika’dan bir iki tanıdık. 140 karakterle durum tahlili, tespiti veya ifadesi yapılamayacağını iddia edip uzun süre uzak kaldığım twitter, zaman içinde en güvenilir haber etme ve haberdar olma aracım oldu. Takip ettiğim kuş sayısı tam bir sürü bile etmez ve izleyenim de yok gibi bir şey. Ama, ben aldığım haberlerden, okuduğum farklı görüş açılarından gelişip çoğaldığım gibi her konu hakkında fikir sahibi, taraflı ama yandaş olmayan, kıvrak zekalı ve cesur yürekli twitdaşlarımdam çok memnunum.

23 Nisan 2011 Cumartesi

Bir garip 23 Nisan!

Oldukça tombul ve bu yüzden de epey utangaç bir çocuktum. Kalabalık önünde kafamı yerden kaldıramasam ve bir şey söyleyeceğim derken titreme nöbetlerine kapılsam da her sene 23 Nisan etkinliklerinde yapılacak bir sahne işi illa ki çıkardı başıma. O zamanlar kalabalık tanımım da tanış olmadığım, daha önceden bilmediğim iki ya da üç kişilik gruplardı. Varın siz hayal edin, sahne denen o yerde sesimi çıkarmakla kalmayıp bir de duyurmaya çalışan halimi.

Sene kaçtı hatırlamıyorum şimdi, 23 Nisan’lardan birinde krapon kağıdından yapılmış elbiseler içinde uzunca bir şiirin dörtlüklerini okumamız istenmişti. Elbiseler beyaz kağıttandı ve üzerine her bir çocuğun önüne bir rakam ya da harf gelecek şekilde, kırmızı kağıttan 2-3-N-İ-S-A-N işlenecekti. Annem, çok iyi dikiş dikerdi benim. Hala da iyidir iğnesi, ama artık sıkıldı, dikemiyor eskisi gibi.

16 Nisan 2011 Cumartesi

Şiiişşşttt!.. Konuşma. Bugün ‘Sessizlik Günü’

Sabahları benim oğlanı uykudan kaldırmak, ‘Bütün kışkırtmalara rağmen katil olmamayı başarabilir misin?’ testi ile ‘Iyi ve sabırlı bir ebeveyn misiniz?’ testi arasında bir delilik provası gibidir. Sonunda saçlarımın her bir teli başka bir yere bakmıyorsa ve çocuk da hala sağ ve sağlıklıysa her ikisini de başarıyla geçmişim demektir.

Ama bizimki sıradan testler gibi bir seferlik yapılan ve geçince eline sertifikası tutuşturulan türden değildir. Sonucun geçerliliği sadece ertesi sabaha kadardır. Siz, yeni bir sabah başka bir test almak üzere oğlanın odasına girene kadar.

Gecenin sabaha daha yakın olan bir yarısında yattığı için hiç acımadan her sabah beni bu testlerden geçmeye mecbur eder oğlum. Canı sağ olsun.