Sayfalar

16 Nisan 2011 Cumartesi

Şiiişşşttt!.. Konuşma. Bugün ‘Sessizlik Günü’

Sabahları benim oğlanı uykudan kaldırmak, ‘Bütün kışkırtmalara rağmen katil olmamayı başarabilir misin?’ testi ile ‘Iyi ve sabırlı bir ebeveyn misiniz?’ testi arasında bir delilik provası gibidir. Sonunda saçlarımın her bir teli başka bir yere bakmıyorsa ve çocuk da hala sağ ve sağlıklıysa her ikisini de başarıyla geçmişim demektir.

Ama bizimki sıradan testler gibi bir seferlik yapılan ve geçince eline sertifikası tutuşturulan türden değildir. Sonucun geçerliliği sadece ertesi sabaha kadardır. Siz, yeni bir sabah başka bir test almak üzere oğlanın odasına girene kadar.

Gecenin sabaha daha yakın olan bir yarısında yattığı için hiç acımadan her sabah beni bu testlerden geçmeye mecbur eder oğlum. Canı sağ olsun.

Öyle okula ve görevlere fazla bir bağımlılık hissetmeden, tıpkı diğer yaşıtları gibi son derece bohem bir hayat tarzı benimsemiş olduğu için bunun tam tersi yaradılıştaki annesine, ahir vaktinde kendi sınırlarını denemesi için bilhassa gönderilmiştir sanki.

Lakin hakkını da fazla yemeyeyim. Bir kere ‘kalktıktan / kalkabildikten / annesi kan dökmeden onu uyandırabildikten’ sonra duş alıp, giyindikten sonra kapının dışına çıkması en fazla on dakika alır.

Belki de kendi içindeki saatin nasıl çalıştığını ve hangi zaman biriminde hareket ettiğini bildiğinden ona göre davranmaktadır, kim bilir? Belki o zaman birimi bizimkinden farklıdır. Bizim her bir dakikamız onun saatindeki on dakikaya karşılık geliyordur belki. Belki bize paralel ve bir gün asla kesişemeyeceğimiz başka bir düzlemde hareket ediyordur oğlum.

Bak şimdi, olmadı bu.

Bense, elbet bir gün beni anlayacak, hak verecek, sonra ‘Anne’cim kusura bakma’ diyerek sarılacak ve geçmişte (yani onun ergen olduğu bu günlerde) yapmış olduğu her yanlış, söylemiş olduğu her kötü söz ve yemiş olduğu her hak için gramlarca göz yaşı dökeceğiz diye bekliyorum.

Aman neyse…

Bir gün hiç kesişmeyecek bile olsak hep bana paralel dursun, daha fazla uzaklaşmasın da, ben razıyım.

Fakat, bu sabah diğerlerinden çok farklıydı.

Daha ben saati (ocağın üzerindeki bizim saat canııım! Bu dünyanın zaman birimiyle ölçen yani…) söyleyip ilk hamleyi yapmadan hop! Gözlerini açtı. İlk tepkim inanmamak oldu tabii. O böyle yapar zira. Göya beni kandıracak. Yani, ‘Uyandım, uyandım, bak! Sen git şimdi.’ Demek bu. Ama yemezler. Böyle kaç kez gidip de on dakika sonra döndüğümde horul horul uyurken buldum onu. Gülüyorum haliyle ve yataktan çıkması için ısrarcı oluyorum. Bunun üzerine bana dönüp, eliyle koluyla bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Önce uyku sersemi olduğu için konuşmaya üşendiğini düşünüyorum. Bunu da yapar zira. Sabahları pek tembel oluruz, ağzımızı açmak bile zul gelir.

En sonunda yaptığı bir seri el kol hareketini anlayayım derken tam beş dakika kaybettiğimizi fark edince birden sinirlerim oynuyor. O sırada söylediğim bazı şeyleri şimdi hatırlamıyorum bile… Belki de hatırlamak istemiyorumdur.

Neyse, biz böyle biraz itişip kakıştıktan sonra hızla yerinden fırlıyor oğlum. Bu da ondan hiç beklenmeyecek bir davranış. Hem de sabahın bu erken saatinde. Gidip masasının üzerinden bir parça kağıt alıyor ve bir şeyler yazıp bana gösteriyor. ‘Saat daha sabah 6:10’ yazmış. Bakıyorum, bizim saat birimini kullanmış. ‘Eee!.. Ne var bunda, kalkma vakti işte.’ Diyorum acitasyon seviyesi bayağı yükseldiği için çatlamış sesimle. Kağıda kaleme yeniden uzanıp ‘Erken daha, 6:30’da kaldır beni’ yazıyor bu kez. Bunun üzerine yine benden nasihatla karışık ve kulaklarının son derece alışık olduğu bir sürü şey dinliyor ya da dinliyormuş gibi yapıyor. Ama çok ilginçtir ki, hiç konuşmuyor. Başka zaman olsa, şimdiye çoktaan kavgaya tutuşmuştuk.

Bu durum garibime gidiyor, ama herhalde kafası bir şeylere bozuk diye düşünüyorum. Yine kız arkadaşından mı ayrıldı acaba? Son zamanlarda kızlar iki üç haftadan fazla dayanamıyor oğluma, nedense. Ya da bizimki büyüdükçe daha başka şeyler arayıp daha fazla bir şeyler bulma hevesinde olduğu için mi çabuk sıkılıyor onlardan, bilemiyorum. Ama sosyal hayatın karşı cinsle ilişki cephesinde garip karmaşalar yaşandığı, bir gerçek. Tam da zamanı hani. Seneler öncesinin içinde büyüdüğümüz ve adına ‘elalem’ dediğimiz o kocaman, karanlık ve toleranssız kutusu geliyor aklıma da… O karabasanlar, hayal kırıklıkları, umut yoklukları, beklentisizlik ve çaresizlik… Şimdiki gençler daha şanslı kuşkusuz, ama onların yaşadığı boyutun da kendine göre sıkıntıları var.

Dünyanın neresinde ve hangi şartlarda yaşıyor olursan ol, ergen olmak zor zanaat, vesselam.

Biraz sonra yukarı çıkıyor, kendi kendine kahvaltısını hazırlayıp yiyor, sessizce banyoya gidip duşunu alıyor ve ayak uçlarında yürüyerek odasına geri dönüyor ve giyiniyor. Hakikaten, beş dakika sonra kapının önünde gitmeye hazır. Merakıma daha fazla gem vuramıyor ve soruyorum.

“Konuşmayacak mısın sen bugün?”

Elinde tuttuğu kağıdı girişteki masanın üzerine yayıyor ve ‘Hayır’ yazıyor. Bir süre sorularımın cevabını orada bulabilirmişim gibi bakıyorum yüzüne, o devam ediyor yazmaya. ‘Bugün sessizlik günü. Dünyadaki tüm öğrenciler, okullarda LGBT konulu şaka ve alayların sona ermesi için susuyoruz.’ Hiçbir şey anlamıyorum, ama anlamış gibi yapıp onu yolculuyorum, yoksa okula geç kalacak.

Daha sonra öğrendiğime göre LGBT demek ‘lezbiyen, gey, biseksüel ve travesti’ demekmiş. Ve bu sessizlik günü, onüç yıldır 15 Nisan’da ortaokul, lise ve üniversitelerde uygulanan bir tepki, protesto ve mağdurlara destek çıkma günüymüş.

Oğlum diye söylemiyorum, Boran dünyada olan bitene oldukça hassas bir çocuktur. Suriye’de olanların yeni bir Libya yaratmasından ve Libya’da olanların da yeni bir Irak yaratmasından korkuyor mesela. Aynı zamanda, gerek ülkede gerek dünyada dolaylı ya da direk ABD hükümeti kaynaklı yaşanan gelişmeler yüzünden Obama’nın Bush’u aratıp aratmayacağını da sorguluyor. Onu tanıdığım için böyle bir günde tepkisiz kalmamasını da yadırgamadım tabii, ama ne alaka diye merak etmeden de duramadım. Aynı akşam, dayanamayıp sordum.

“Oğlum, dünyada onca karmaşa varken ve insanlar özgür olabilmek için sapır sapır ölmeyi göze alıyorken şimdi nereden çıktı bu sessizlik günü. Protestosunu yapacağınız başka şey bulamadınız mı? Ortadoğu’daki insanların özgür kalmaları için veya ABD’nin müdahale etmek yerine onlara destek çıkması için sussanıza mesela.”

O zaman belki de bir daha bunu hatırlamadan onun yüzüne bakamayacağım bir cevap verdi oğlum.

“Cinsel tercihi yüzünden alay edilirim korkusuyla okula giden, bazen de bu korku yüzünden vazgeçip hiç gitmeyen bir gençliğin hangi özgürlüğü savunmasını bekliyorsun ki anne. Biz önce doğru bildiğimize aykırı diye yaftalayarak kendi içimize tutsak ettiklerimizi özgür bırakalım ki başkalarının özgürlüğü için destek olabilelim.”

Durum bu kadar vahimdi demek. Neden şaşırıyorsam. Zira Kuzey Karolina ABD’nin diğerlerine nazaran biraz daha konservatif eyaletlerindendir. Her ne kadar genelde ülkeye hakim olan açıklık ve demokrasi politikalarına ayak uydurmaya çalışıyor gibi görünse de temelinde kilise terbiyesi almış, içinden bile olsa beyaz ırkın üstünlüğüne inanmış bir güruhtur buralılar. Ve bu güruhun içinde yaşadıkça onların çocuklarını LGBT’ye karşı nasıl bir tutum içinde yetiştirmiş olduğunu tahmin etmek için fazla uğraşmanıza gerek kalmaz.

Buraya ait ‘öteki’lerdi demek onlar da ve dünyanın her yerinde, çoğunluğun arasına karışamayan her ‘öteki’ gibi onlar da mağdurlardı. Hele o grubun içinde olup da henüz okula giden, hakkını savunmak, gerekirse savaşıp geri almak konusunda donanımsız, sahipsiz ve nispeten daha savunmasız olanları… Onların ne farkı vardı Kaddafi’ye ayak direyen, hakkı olan özgürlüğü ondan geri isteyen güruhtan. Onlar daha mı az hak ediyorlardı istedikleri gibi yaşamayı.

Boran’ın cevabı karşısında utanmadım desem yalan. Yine de kuyruğu dik tutmaya çalışarak bu sene kaçırmış olsam da seneye 15 Nisan’da ben de onun gibi bu amaç uğruna sessiz bir gün geçireceğime söz verdim.

Daha fazla bilgi için; http://www.dayofsilence.org/

Hiç yorum yok: