Sayfalar

14 Şubat 2012 Salı

Yeşil Peri Gecesi (Ayfer Tunç)

Ayfer Tunç’u o henüz bir ‘gemi tayfasıyken’ tanımıştım. Hayalet Gemi adında bir dergi çıkarmışlar, okuyanı diyardan diyara sürüklüyorlardı (meraklisina: http://hayaletgemi.com/ ). Onlar çok yol almışlar, senelerce dolanıp pek çok limana uğramışlar ve hatta geri bile dönmüşlerdi. Geç kalmıştım. Yine de güzeldi izlerini sürmek, o yol heyecanını onlarla yeniden yaşamak. Aradan ne çok zaman geçti hatırlamıyorum, ‘Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek’ le yine kulağıma çalındı adı. Gel zaman git zaman, kısmet bugüneymiş, klüp kitaplarımızdan biri olarak yine karşılaştık Ayfer Tunç’la. Ama bu sefer hiç gitmemek, hep aklımın bir yerlerinde kalmak, kendini yerleştirdiği hafıza sarmalında anıya benzeyen çakımlarla yanıp sönerek kendini sürekli hatırlatmak üzere yine geldi.

Diyorlar ki, Kapak Kızı diye bir kitap daha yazmış Tunç bundan önce. Yeşil Peri de onun bir devamı, hatta oradaki bir yan karakterin kendi romanıymış. Bilemem, Kapak Kızı’nı okumadım, ama okuyacağım. Ne hissettiğimi o zaman söylerim.


Ancak, sadece 450 sayfa süren ve bir iki günde bitiveren maceramız boyunca başucumdan hiç ayrılmayan, adını bile öğrenemediğim bu kadınla çok sıkı ahbap olduk biz. Öyle bir anlattı, hikayesinin içine öyle bir kattı ki beni, aniden bitiverince çıkıp gitmek, kendi yoluma dönmek biraz zor oldu. Hatta bir süre orada öylece onlarla kaldım da diyebilirim. O fenerin ucundan ben de uyanmaya çalıştım yüzyıllık uykumdan. Hiç yatmamış olduğum, ama sırf onlara eşlik edebilmek için yatarmış gibi yaptığım uykudan. En sonunda kızımıza yarının güzel bir gün olabileceği umudunu veren Selda da, keşke ben olsaydım diye düşündüm.

Daha en başından beni içine alabilen nadir romanlardandı Yeşil Peri Gecesi. Genelde ilk on sayfayı geçebilmek için zorlarım kendimi. Ondan sonra da hala girememişsem içeri hiç uğraşmam, bırakırım. Oysa Yeşil Peri Gecesi, en son sayfası okunup bittikten sonra bile devam eden romanlardan. İster istemez düşünüyorsunuz; şöyle mi oldu, böyle mi acaba diye. Sonra farkına bile varmadan, kendinize göre bir devam yazmaya başlıyorsunuz. Kendiyle sınırlı kalmayıp okuyucunun sınırlarını da deneyen bir roman bu. Ne hoş, ne güzel, ne okunası bir roman…

Ta en başından demiştim ya; ‘aşkının ipini çektiği’ geceye göndermeler yaparak ve en sonundan başlayarak anlattığı hikayesinde sevgiyi tanımlayarak girdi olaya kızımız; ‘Aslında aşık olduğum herkes tekti, Ali’ydi’ diyerek… Sonra da geçen zamana direnemeyen saçlarına, ‘Kopardıkça artıyor mu, n’oluyor bu sıçtığımın beyazları’ diyerek devam etti. Edip Cansever ve Cemal Süreyya alıntılıyarak, ama gerektiğinde ki, bu oldukça sık oluyordu, yaşadığı hayatın anasına avradına düz gitmeyi de ihmal etmeyerek geçti 450 sayfa. Nasıl geçtiği hiç anlaşılamadan…

En sevdiklerinin hiç hesapta olmayan, ama mel’un bir kaza sonrasında gün gibi ortaya çıkıveren zayıflıkları yüzünden, o daha onlara çok muhtaç küçücük bir çocukken hayatta bir başına kalmış, ama tırnaklarına taktığı nefretiyle ona asılmayı başarmış bir cengaver Yeşil Peri Gecesi kızımız. Bu zayıf insanlar, maalesef ki, kızımız annesi ve babası. Ve aslında tüm ailesi… Toplumun baskısı ve kendi zayıflıklarının gölgesi altında yok olmayı tercih eden insanlar güruhu. Kendilerini yok etmekle kalmayıp çevrelerinde var olmaya çalışan herkesi de yokluğa sürüklemek isteyen, madem ki ben adam değilim başka kimse de olmasın, mantığıyla kaybolmaya ve kaybetmeye odaklanmış zavallı insanlar. Kendi kör kuyuları içinde debelenip duran, güzelliğin ve aydınlığın ihtimaline bile tahammül edemeyen, karanlıktan gelip karanlığa giderken etraflarını da karartan bu grup, ne yazık ki, kızımızın yakın ailesi. Ve onlara duyduğu nefretle ayakta kalmaya çalışan, çok güzel ama çok yılgın, çok uğraşan, ama bazen yıkılıverecekmiş gibi olan, sonunda hem içindeki sevdanın hem de ruhunu bedeninden ayırabilme yetisinin yardımıyla hayata tutunabilen kahramanımız.

Bir Yeşil Peri (absent – fazlası öldürebilen ama kararı insana güzel rüyalar gördüren ağır bir içecek.) gecesinde bir güzel intikam alınır. Her intikam gibi o da hem alanı hem aldıranı yakar kavurur. Kızımız nefretini gözle görülür kılıp bir de resmini çektirmiş, onu içine ekerek özenle besleyip büyütenlerin eline tutuşturmuştur. Bu kocaman nefret, zavallı insanların elinde patlar. Hem kendini hem de kendini yok edenleri yok etmeye adanmış hayatı iyice anlamsızlaşmıştır kahramanımızın. Bundan sonra, tek aşkını özleyerek, o gelmeyince umudunu gün günden kayberek ve bir tanecik, en gerçek dostunu kansere kurban vererek geçer hayatı. Hızla sona yaklaşmaktadır ki, ona yeni bir hedef sunacak olan çok gerçek bir başka nefret zorla eline tutuşturulur.

Bu arada, her gecenin ardından günü yeniden doğuran hayat, tıpkı gün doğumuna benzeyen bir mucizeyle Ali’yi tekrar çıkarır karşısına. Hani o tek aşk olan, her seferinde yeniden hep ona aşık olunan Ali’yi… Kızımız, içindeki nefretle debelenip durduğu çirkefin ta dibinden başını kaldırıp da Ali’yi gördüğünde bile doya doya sevinemez, zira başı ciddi beladadır. Okuyucu da tamam artık, bitti herhalde diye düşünür. Kitabın da sonuna yaklaşılmıştır. Mutlu son umudumuzu tamamen kaybetmek üzereyken son yirmi sayfada eski bir dost, Selda çıkar karşımıza. Ertesi gün doğabilecek güneşin ihtimalini getirir. Kahramanımız, yanında Ali’yle o güne uyanmak için sabırsızlanmaya başlar.

Çok güzel planlanmış, çok gerçek, çok bizden ve en önemlisi çok içten bir kurgu. Her karakterin kendi ağzına uyan replikleri ve hatta kendi kafasına uyan düşünceleri bir film gibi izleyip dinleyebildiğimiz, en yoğun duygulara elimizle dokunabilecek kadar yakınlaşıp yoğunlaşabildiğimiz akıcı, doygun ve doyurucu bir anlatım. Yerine göre ağlatan, bazen güldüren ve çoğu zaman, hatta nedenini bile anlamadan hüzünlendiren, hiç ‘çaktırmadan’ insanın içine işleyen bir hayat romanı Yeşil Peri Gecesi. Bunca okumadan ve tanıklıktan sonra, şimdi onun sadece bir roman kahramanı olduğuna inanmak öyle zor ki. Gerçi, ne çoktur onun gibiler kim bilir. Her neredelerse ve her ne yaşamış olurlarsa olsunlar, umarım sonları bizim peri gibi umuda çıkar.

Ayfer Tunç’un okuduğum ilk romanı, ama kesinlikle sonuncusu olmayacak, biliyorum.

Hiç yorum yok: