Elif Ṣafak’I severiz biz klüpcek.
En azından klubün mudavimleri tarafından
bu böyle.
Oysa becerikli yazıcı kendi
memleketindeki okuyucular tarafından öyle pek de derin bir muhabbetle anılmıyor
nedense.
Ya da, seveni var amma sevmeyeni de pek
fazla gibi duruyor diyelim.
Veya, buradan bakınca öyle görünüyor
diyelim.
Neyse, biz pek severiz kendisini ve fırsat
buldukça ve hasbam yazdıkça okumaya çalıșırız. Geçen hafta yapılan toplantının
bașlangıç noktası da bu oldu. Yani, hangi Elif Ṣafak kitabını daha çok
beğenmiștik de hangisi hayal kırıklığına uğratmıștı falan. Güzel oldu,
sevdiğimiz ya da pek hoșlanmadığımız kahramanları yeniden hatırladık. Zehra
Pinhan’daki derviși unutamamıștı ve bir de Mahrem’in o garip ikilisini, Sumru
Araf’I okurken ne kadar sıkıldığını off’layarak anlatıyordu. Aslında Sumru
diğer Elif Ṣafak okurları arasından biraz ayrılıyordu. Ҫünkü, hiç sevmeyerek
bașlamıștı onu okumaya. Sonunda hepimiz Kabul etmiștik. Araf yazarın zor
eserlerinden biriydi ve Elif Ṣafak okumaya onunla bașlanmamalıydı belki de.
Fakat Sumru sonradan sevmiști onu. Oysa okuduğum bloglar ya da izlediğim sözlüklerden
öğrenebildiğim kadarıyla Elif Ṣafak önce bir merakla alınır ve ondan sonra çok
ticari ya da fazla popüler bulunup bir kenara atılırdı. Aslında bu da Elif Ṣafak
sevmeyen okuyucunun onu okurken aslında kitabı mı yoksa yazarı mı daha çok
okuduğu konusunda biraz bilgi veriyordu ya, neyse… İște Sumru onu sonradan
seven bir okur olarak, kitabı okumayı tercih edip bir tane kitabını sevmedi
diye yazardan umudunu kesmeyen ve sonra da bundan hiç pișman olmayarak ödülünü
alan gerçek bir okuyucu bence. Handan’sa Hijyen Tijen’i hatırlattı ve hepimiz
Bit Palas’da çakılı kaldık. Evet, ‘Baba ve Piç’ de güzeldi ve Așk daha da
güzeldi belki, ehh!..İskender de güzel bir okumaydı, ama Bit Palas gibi değildi
nedense hiç biri. Bir süre dalıp gitti herkes. Neden sonra, Bit Palas yolcuları
Rea Road Starbucks’a geri döndüğünde bașlayabildik İskender konușmaya.
Moderatörü olduğum için bu toplantının,
izninizle birinci tekil șahıstan anlatayım derdimi. Elif Ṣafak’in bazı
romanlarında biraz daha fazla ama hepsinde mutlaka bulunan ve doğa üstü yetenek
ve güçlere hasredilen kișiler, konular nedense beni en çok etkileyenlerdir.
İskender’de de bir yan karakter olmasına rağmen, benim kahramanım Cemile idi.
Yalnızlıktan delirmemek için doğaya dönen, onu kendine hem hoca, hem koca, hem
arkadaș ve hem de düșman edinen Ebe Kadın Cemile. Hangi yaraya neyin sürüleceğini
bildiği gibi, havanın ne zaman bozup ne zaman açacağını da bilen, becerilerinin
ötesinde bir durumla karșılaștığında hastasını doktora gönderen Cemile. İkiz
kardeșinin sıkıntıda olduğunu yüreğindeki daralmadan anlayıp onu rahatlatmak
için ölümüne koșa koșa giden Cemile.
Böyle insanların var olduğunu biliriz de
inanmayız nedense. Zira, onlar gibi olamamak çok fena koyar. Yazarın, bu zayıf
karnımızı bir șekilde yakalamıș olduğunu (kim bilir, belki onunki de budur.) ve
her seferinde izi oradan vurmaya çalıștığını düșünürüm hep.
Öte yandan, o da doğa üstü bir yaratık
olmasına ragmen, İskender’i hapishanede ziyaret eden Pembe’nin hayaletine bir
türlü ısınamadım. Biraz zorlama geldi bana. Gerçi, İskender’in hapishanedeyken
geçirdiği evrim ancak böyle doğa üstü bir gücün ișe karıșmasıyla
açıklanabilirdi. İște sırf bu yüzden de inandırıcı olamadı. Haddim olmayarak, o
kısımları biraz çala kalem, üzerinde pek de fazla düșünmeden yazmıș olduğuna
kanaat getirdim.
Bir de tabii, her telden çalacağım derken,
bir hikayenin içine çok fazla hikaye sığdırmaya çalıșarak gereksiz bir
kalabalık olușturduğunu düșünüyorum. Aslında, iyice düșününce, kitapta anlatılan
temel sorunun çok büyük ve çok boyutlu olmasından ‘Belki de’ diyor insan, ‘Bu
kalabalığı yaratmadan bu sorunu ifade etmenin bașka bir yolu da yoktur, kim
bilir’. Kürt kimlikleriyle ve fakirlikleriyle Türkiye’de barınamayan bir aile bohçalarına
büyük beklentilerini de sığdırmaya çalıșarak, ama bașaramayarak İngiltere’ye
göçüyorlar.
Tabii ki, hiç bir hesap çarșıya uymuyor ve ailenin ‘Sultan’lar gibi
büyütülen büyük oğlu Türkiye’de kalmıș olması, onlarla hiç Avrupa’ya geçmemiș
olması gereken namus değerlerinin tehlikede olduğuna inandırılarak el birliğiyle
anne katili yapılıyor. Bunu yapanlar ise, yine Türkiye’de kalmıș olması gereken
ve Avrupa’da yanlızlıktan örümceklerini büyütüp çoğaltan o malum, bildik,
tanıdık kafalar. Onlardan Toprak ailesinde de bolca var ve kitabın sonundaki
sürprizle Pembe olmadığı anlașılan ancak ona niyetlenen bıçak darbeleriyle ve elbirliğiyle
kafası karıșık bir oğuldan, bir anne katili yaratıyorlar. İște bu yüzden, bir
küçücük turșucuk olmuș, içi, farklı gibi görünen ama aslında birbirleriyle çok
alakalı ve hatta zamkla tutturulmuș pek çok sorun dolmuș kitap. Kürt sorunu mu
dersin, namus meselesi mi, yabancıların Avrupa’ya uyum sağlayamaması yoksa
sadece insan içre olup herkesin kendine ait olan biricik hesaplașmalar mı.
Hepsi var kitapta. Bu sonuncusu, tarafsız bir kritik olarak okunmalı, kanımca.
Zira kimine gereklilik gibi görünürken bazısı popüler konuların hepsine
dokunarak gösterilen bir satıș kaygusu olarak da değerlendirebilir.
En son, ama en sonuncusu olmayarak,
intihal konusuna değinmek istiyorum. Zira, toplantının bașında bu konudan da
bahsettik çokça. Özellikle TR’da bu konu çok konușuldu ve yazar ‘yerden yere
vuruldu’ seviyesinde eleștirildi. İskender romanının konusundaki bazı
ayrıntılar bașkalarının kitaplarından ‘çalınmıștı’, bu eleștirilen sahiplerine
göre. Mesela, ayrılmak zorunda kalan ikiz kardeșler teması Monica Ali’nin Brick
Lane’inden alınmıștı. İskender karakteri ile küçük kardeș Yunus ve onun bir
punk kızla yașadığı platonik macera ise Zaide Smith’in White Theeth’ine
rahatsızlık verecek kadar benziyordu. Ve bunlardan White Theeth de çok
prestijli bir kitap ödülü olan Orange’i almıștı 2010’da.
Ҫok șüpheli olmakla beraber, biraz da
garip ve çok iddialı bir suçlama değil mi sizce de?..
‘Ҫalıntı’
gibi çok ağır bir yargıya varmadan önce benzetilen kitapları da okumak gerek
tabii. Ama, kendisi de Baba ve Piç ile 2008’de Orange’a aday gösterilen Elif Ṣafak’ın
kariyerinin doruğundayken böyle bir șey yapmayacak kadar dürüst ve akıllı
olduğuna inanmasam zahmet edip saatlerimi vererek onu okumazdım zaten diyorum
ve susuyorum. Buraya kadar geldiyseniz, okuduğunuz için teșekkür ederim. J
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder