Sayfalar

14 Şubat 2013 Perşembe

Iskender !! ve ??


Elif Ṣafak’I severiz biz klüpcek.

En azından klubün mudavimleri tarafından bu böyle.

Oysa becerikli yazıcı kendi memleketindeki okuyucular tarafından öyle pek de derin bir muhabbetle anılmıyor nedense.

Ya da, seveni var amma sevmeyeni de pek fazla gibi duruyor diyelim.

Veya, buradan bakınca öyle görünüyor diyelim.


Neyse, biz pek severiz kendisini ve fırsat buldukça ve hasbam yazdıkça okumaya çalıșırız. Geçen hafta yapılan toplantının bașlangıç noktası da bu oldu. Yani, hangi Elif Ṣafak kitabını daha çok beğenmiștik de hangisi hayal kırıklığına uğratmıștı falan. Güzel oldu, sevdiğimiz ya da pek hoșlanmadığımız kahramanları yeniden hatırladık. Zehra Pinhan’daki derviși unutamamıștı ve bir de Mahrem’in o garip ikilisini, Sumru Araf’I okurken ne kadar sıkıldığını off’layarak anlatıyordu. Aslında Sumru diğer Elif Ṣafak okurları arasından biraz ayrılıyordu. Ҫünkü, hiç sevmeyerek bașlamıștı onu okumaya. Sonunda hepimiz Kabul etmiștik. Araf yazarın zor eserlerinden biriydi ve Elif Ṣafak okumaya onunla bașlanmamalıydı belki de. Fakat Sumru sonradan sevmiști onu. Oysa okuduğum bloglar ya da izlediğim sözlüklerden öğrenebildiğim kadarıyla Elif Ṣafak önce bir merakla alınır ve ondan sonra çok ticari ya da fazla popüler bulunup bir kenara atılırdı. Aslında bu da Elif Ṣafak sevmeyen okuyucunun onu okurken aslında kitabı mı yoksa yazarı mı daha çok okuduğu konusunda biraz bilgi veriyordu ya, neyse… İște Sumru onu sonradan seven bir okur olarak, kitabı okumayı tercih edip bir tane kitabını sevmedi diye yazardan umudunu kesmeyen ve sonra da bundan hiç pișman olmayarak ödülünü alan gerçek bir okuyucu bence. Handan’sa Hijyen Tijen’i hatırlattı ve hepimiz Bit Palas’da çakılı kaldık. Evet, ‘Baba ve Piç’ de güzeldi ve Așk daha da güzeldi belki, ehh!..İskender de güzel bir okumaydı, ama Bit Palas gibi değildi nedense hiç biri. Bir süre dalıp gitti herkes. Neden sonra, Bit Palas yolcuları Rea Road Starbucks’a geri döndüğünde bașlayabildik İskender konușmaya.

Moderatörü olduğum için bu toplantının, izninizle birinci tekil șahıstan anlatayım derdimi. Elif Ṣafak’in bazı romanlarında biraz daha fazla ama hepsinde mutlaka bulunan ve doğa üstü yetenek ve güçlere hasredilen kișiler, konular nedense beni en çok etkileyenlerdir. İskender’de de bir yan karakter olmasına rağmen, benim kahramanım Cemile idi. Yalnızlıktan delirmemek için doğaya dönen, onu kendine hem hoca, hem koca, hem arkadaș ve hem de düșman edinen Ebe Kadın Cemile. Hangi yaraya neyin sürüleceğini bildiği gibi, havanın ne zaman bozup ne zaman açacağını da bilen, becerilerinin ötesinde bir durumla karșılaștığında hastasını doktora gönderen Cemile. İkiz kardeșinin sıkıntıda olduğunu yüreğindeki daralmadan anlayıp onu rahatlatmak için ölümüne koșa koșa giden Cemile.

Böyle insanların var olduğunu biliriz de inanmayız nedense. Zira, onlar gibi olamamak çok fena koyar. Yazarın, bu zayıf karnımızı bir șekilde yakalamıș olduğunu (kim bilir, belki onunki de budur.) ve her seferinde izi oradan vurmaya çalıștığını düșünürüm hep.

Öte yandan, o da doğa üstü bir yaratık olmasına ragmen, İskender’i hapishanede ziyaret eden Pembe’nin hayaletine bir türlü ısınamadım. Biraz zorlama geldi bana. Gerçi, İskender’in hapishanedeyken geçirdiği evrim ancak böyle doğa üstü bir gücün ișe karıșmasıyla açıklanabilirdi. İște sırf bu yüzden de inandırıcı olamadı. Haddim olmayarak, o kısımları biraz çala kalem, üzerinde pek de fazla düșünmeden yazmıș olduğuna kanaat getirdim.

Bir de tabii, her telden çalacağım derken, bir hikayenin içine çok fazla hikaye sığdırmaya çalıșarak gereksiz bir kalabalık olușturduğunu düșünüyorum. Aslında, iyice düșününce, kitapta anlatılan temel sorunun çok büyük ve çok boyutlu olmasından ‘Belki de’ diyor insan, ‘Bu kalabalığı yaratmadan bu sorunu ifade etmenin bașka bir yolu da yoktur, kim bilir’. Kürt kimlikleriyle ve fakirlikleriyle Türkiye’de barınamayan bir aile bohçalarına büyük beklentilerini de sığdırmaya çalıșarak, ama bașaramayarak İngiltere’ye göçüyorlar. 

Tabii ki, hiç bir hesap çarșıya uymuyor ve ailenin ‘Sultan’lar gibi büyütülen büyük oğlu Türkiye’de kalmıș olması, onlarla hiç Avrupa’ya geçmemiș olması gereken namus değerlerinin tehlikede olduğuna inandırılarak el birliğiyle anne katili yapılıyor. Bunu yapanlar ise, yine Türkiye’de kalmıș olması gereken ve Avrupa’da yanlızlıktan örümceklerini büyütüp çoğaltan o malum, bildik, tanıdık kafalar. Onlardan Toprak ailesinde de bolca var ve kitabın sonundaki sürprizle Pembe olmadığı anlașılan ancak ona niyetlenen bıçak darbeleriyle ve elbirliğiyle kafası karıșık bir oğuldan, bir anne katili yaratıyorlar. İște bu yüzden, bir küçücük turșucuk olmuș, içi, farklı gibi görünen ama aslında birbirleriyle çok alakalı ve hatta zamkla tutturulmuș pek çok sorun dolmuș kitap. Kürt sorunu mu dersin, namus meselesi mi, yabancıların Avrupa’ya uyum sağlayamaması yoksa sadece insan içre olup herkesin kendine ait olan biricik hesaplașmalar mı. Hepsi var kitapta. Bu sonuncusu, tarafsız bir kritik olarak okunmalı, kanımca. Zira kimine gereklilik gibi görünürken bazısı popüler konuların hepsine dokunarak gösterilen bir satıș kaygusu olarak da değerlendirebilir.

En son, ama en sonuncusu olmayarak, intihal konusuna değinmek istiyorum. Zira, toplantının bașında bu konudan da bahsettik çokça. Özellikle TR’da bu konu çok konușuldu ve yazar ‘yerden yere vuruldu’ seviyesinde eleștirildi. İskender romanının konusundaki bazı ayrıntılar bașkalarının kitaplarından ‘çalınmıștı’, bu eleștirilen sahiplerine göre. Mesela, ayrılmak zorunda kalan ikiz kardeșler teması Monica Ali’nin Brick Lane’inden alınmıștı. İskender karakteri ile küçük kardeș Yunus ve onun bir punk kızla yașadığı platonik macera ise Zaide Smith’in White Theeth’ine rahatsızlık verecek kadar benziyordu. Ve bunlardan White Theeth de çok prestijli bir kitap ödülü olan Orange’i almıștı 2010’da.

Ҫok șüpheli olmakla beraber, biraz da garip ve çok iddialı bir suçlama değil mi sizce de?..

 ‘Ҫalıntı’ gibi çok ağır bir yargıya varmadan önce benzetilen kitapları da okumak gerek tabii. Ama, kendisi de Baba ve Piç ile 2008’de Orange’a aday gösterilen Elif Ṣafak’ın kariyerinin doruğundayken böyle bir șey yapmayacak kadar dürüst ve akıllı olduğuna inanmasam zahmet edip saatlerimi vererek onu okumazdım zaten diyorum ve susuyorum. Buraya kadar geldiyseniz, okuduğunuz için teșekkür ederim. J
          

    

Hiç yorum yok: