Sayfalar

14 Ekim 2011 Cuma

Portakalım Altınım!..


Kadınlardan oluşan bir juri değerlendirdi bu sene Altın Portakalı. Ne yalan söyleyeyim, hiç bakmadım kimdir bu kadınlar, ne yaparlar diye. Kadın olmaları, bir film yarışması bile olsa dünyanın belli bir kesiminin dinlediği, hem de can kesilip dinledği bir kulağa duyulacak bir ses yaratacak olmaları hoşuma gitti. Altın Portakal öncesi twitterdan takip ettiğim bazıları Zenne’yi en iyi film olarak konuşuyorlardı. Biraz araştırıp nasıl bir şey olduğunu öğrendiğimde benim de ilgimi çekti. Tamamını izlememiştim tabii, film vizyona girene kadar o meşhur jurinin değerlendirmesine güvenmek zorundaydım. Vakti zamanı gelince kendi düşüncelerimi de burada paylaşacağım elbette. Ama, her şeyden önce, ilk önce, bu akşam hissettiklerimi paylaşmam gerek.

Altın Portakal’ın 48.cisi bu akşam verildi. Ben zaman farkından dolayı tabbi ki, geriden izledim yine olanı biteni, ama olsun. Önemli olan mesaj vermekti ya da duymak, duyulduğunu hissetmek, boğaza yumruk olmuş bir iki çığlığı bağırıp rahatlamaktı ya, oldu işte. Ben bağıramadım tabii… Hem bağırsam ne olcak, kim duyacak, ama ağladım. Bu da bir çeşit iletişim değil mi? Kendimle olan yani… Rahatladım. İçime huzur kurulup oturdu, umut oldum yemyeşil, yetmez mi?.. Yetti!..

Kadınlardan oluşmustu bu sene Altın Portakal’ın jurisi. Her birinin seceresini incelemedim tabii, ama kadın olmaları Altın Portakal’ı en verimli ağaca verecekleri inancımı bir şekilde sağlamlaştırmıştı nedense. İsterseniz kadınsal bir ortaklık, hayatta kalma iç güdüsü deyin. Amaaann!... Ne derseniz deyin!.. Adaletin tam ve yerinde olacağına inancım tamdı.

Netekim, en büyük ödüller açıklandığında o adalet ak sakalını (nedense kadınların –erk’I, erkeği, otoriteyi bir kenara bırakmaya çalışarak - verdiği kararda bile adalet bir babayla ve ak sakalla temsil ediliyor. Anlayın işte kadın, ne kadar kadın olabiliyor…) sıvazlayarak göründü açılan zarfların arasından. Dedi ki; ‘Zenne güzel filmdir, ancak daha çok acemidir. Teşvikimiz, şevkatimiz şarttır, ancak en iyi olabilmek için daha bir fırın ekmeği mideye indirdikten sonra sinderebilmeyi becermelidir. Lakin, ‘Güzel Günler Göreceğiz’ tam bir ‘hak-eden’dir. Sırf biz cins olarak öteleniyoruz diye toplumumuzda en çok ötelenen eşcinseller konulu bir filmi öne çıkarırsak ‘öteki’ne haksızlık etmiş oluruz.’ Ve jurinin akl’ı selim kadın üyeleri her zaman ve her yerde yaptıkları gibi adalet babanın, kafalarında her zaman çınlayan sesine kulak verdiler. Zenne’ye en iyi ilk film ödülünü verip kıymetini bildiler, ama ‘Güzel Günler Göreceğiz’e en iyi film ödülünü vererek de hakkın bir olduğunu ve onu hak edene gideceğini gösterdiler.

Evet, şimdi istediğiniz küfrü sarf edebilirsiniz zira iki filmi de izlemedim. Dedim ya!.. İzler izlemez, gelip yazacağım. Varsa, Portakal’da yapılmış, kadına mal edilebilecek bir adeletsizlik, al işte, yemin size, onu da yazacağım. Lakin şu anda görünen köyde klavuza gerek duymuyorum. Diyorum ki, Zenne o kadar güzel ve doygun bir film olsaydı ve üstüne, ondan daha iyi bir ‘Güzel Günler Göreceğiz’ olmasaydı, dişi juri onu da en iyi film seçerdi. Seçmediyse, vardır bir bildiği…

Ülen, Portakal’ın dişi jurisi! Olur da yüzümü kara çıkarırsanız, eh bir de ben izleyip de ‘Güzel Günler Göreceğiz’i Zenne kadar beğenmezsem, o zaman alacağınız olur benden, haberiniz olsun. Kadın adaleti dediysek de o kadar değil. Zevkim ve renkim bendenize aittir ve tartışılamaz… Tartışılır tabii de. Bir tek aramızda, tamamdır?..

Öte yandan Altın Portakal’ın dünya düzleminde (yuvarlağında demek lazım tabee…) sözü daha da dinlernir duruma gelmek için yemesi gereken ekmeğin kaç fırın edeceğini de düşünmedim değil. Ne kadar olursa olsun, kesinlikle kırktan fazla olması gerektiğine kanaat getirdim. Eski Portakallara nazaran kendini fazlasıyla büyütmüş, sulandırmış ve lezzenlendirmiş olmasına rağmen, sunumdaki gereksiz gevezelik ve beceriksizlikler bir yana, zarfların ödül sunacak kişilere tam zamanında teslimine kadar yaşanan aksaklıklar, sıralasam buradan Rize’ye yol olur. Bu itabarla, her ne kadar hiç hoşlanmasam, içerik olarak Portakal’la kıyaslamasam bile düzen ve organizasyon olarak ‘bakınız: Oscar Ödül Töreni’ demek istiyorum. Ona benzemek istedikleri de öyle ayan beyan ortada ki, hiç değilse biraz uğraşsalarmış demek geliyor insanın içinden. Hiç çaba sarf etmeden, masraf etmeden bir dünya deviyle baş etmek mümkün olabilir mi?..

Bir de tabii, insandan heykeller vardı söz edilmeden geçilemeyecek olan. Organizasyon boyunca bilmem kaç saat, hiç kıpırdamadan durarak heykel görevini gönüllü üstlenen kadınlar. Özellikle ana platforma geçmek için kullanılan en öndeki iki basamağa oturmuş, gözleri kırmızı bir bantla kapanmış kadın heykeli. Kaç tane olduklarını sayamadığım kadar saat boyunca hiç sesini çıkarmadan, kıpırdamadan oturarak konuşamayan, bağıramayan onca kadının çığlığı oldu kanımca.
Kıssadan hisse, internet sitlerine düşer düşmez alınacak üç film şimdiden listeme girmiştir; Güzel Günler Göreceğiz, Zenne ve Nar…

Hiç yorum yok: