Sayfalar

19 Ekim 2007 Cuma

Neden Seviyorum Ben Washington’i yahu?..
Seviyorum bu sehri, neden bilmiyorum ama seviyorum. Kendine ozel bir kokusu vardir Washington’in, alir goturur sizi. Nerelere goturdugu ise giden kisiye baglidir. Washington, insani serbest birakir bu konuda. O, sadece goturur. Gidilen yerin ya da uzakligin onemi yoktur onun icin.


19 Eylül 2007 Çarşamba

Parmagimda murekkep yarasi...

Kışları özlem tüter Ermenek’in bacalarından. Rüzgar, hikayeler döndürür sokaklarında kah bugünden kah son kullanma tarihi geçmiş eskilerden. Zaman, kalın bir buz tabakası altında, kışlarını büyük şehirlerde yaşayan genç nüfusun, gelirken yanlarında getireceği baharı bekler.


Bense, çocukluğumun yaz başında bir öğle sonrası, kendimi Ermenek otogarında bulurum; midem ağzımda. İstanbul’dan on iki saat sürer Konya, on iki bitmez tükenmez saat. Çocukluğun yavaş geçen zamanından, gecenin karanlığında hiç uyumadan uzayan on iki ağır saat. Konya’dan sonrası Mut; yola yazılmış bir beş saat daha. Orta Anadolu’da otobüs garları nasıl kokar anlamak için, başını, senden önce dayanmış onbinlerce kafanın terinden ve yağından kararmış duvara yaslayıp, bir somunun yarsına yapılmış tostunu çok kaynamaktan morarmış çayına banarak bir iki saat geçirmelisin.

14 Ağustos 2007 Salı

Gecelik - 08 - 14 - 2007

Insanlik PI(3.14) Sayisini ARANIYOR...

Alan ve hacim hesabım için, kendime bir PI sayısı arıyorum.
08 – 14 – 2007

7 Ağustos 2007 Salı

Gecelik 07-28-2007

Bir ses ya da bir kokudur bazen bizi alıp götüren… Nereye diye sormayız. Öyle çok isteriz, gitmeyi peşinden…
07 – 28 – 2007

6 Ağustos 2007 Pazartesi

...

Dokunuyorum...

Yuregimin frekansini icimdeki sesin fazinda salinmaya zorluyorum...

Dinlemeden olmuyor...
Dokunmak yetmiyor...
Duyuyor musun?

3 Ağustos 2007 Cuma

Dokunmak uzerine...


‘En iyisi boşvermektir’ dedi elleri zamanından önce yaşlanmış kadın.
‘Hiç olmayıp ne yapacaksın?.. O zaman soruna cevap da bulamazsın…’
‘Ama hiç olmasaydım bu soru da olmazdı.’ dedim.
‘O zaman, yok olmak’ dedi kadın, ‘buna cesaretin var mı?’
‘Kimin o kadar cesareti var?’ dedim.
‘Boşver öyleyse’ dedi kadın.
"Ona da yok ki cesaretim.’ dedim içimden. Boşverebilmek, yumuşacık yok olmaktı zaten.

Bilmiyorum, Bilemem, Bilemedim, …


“Kuru gürültüye pabuç bırakacak göz var mı bende?“

Cevabını, çok açık içinde barındıran bu soruyu, kafamda döndüre döndüre, sürekli tekrar ederek, kendi kendimi cesaretlendirmeye çalışıyorum. Eskiden, çocuk yatağımın altındaki canavarın hala sımsıcak olduğu günlerden beri gaipten sesler duyarım. O kadar alışmışım ki onlara, duymadığım zaman endişelenirim.

Unutmak istemiyorum, hatirlamadigimi…

Sonunda gelmisti iste, gun saymayi uzunca bir sure once biraktigi icin ne kadardir bekledigini bilmedigi ama hep bekledigi, ugruna gozlerini sararttigi kart, gelmisti. Kartla birlikte, ozledigi, burnunun diregini sizlattigi o koku da gelmisti, adanin bahar sabahlarina acan yasemin kokusu. Biraz once posta kutusunun tozlu kapagini acip icinden cikardigi, gonderen adresinde Almanya/Koln yazili karti burnuna goturup icine cekti. Kartta ne yazdigini bilmiyordu, gelen kartlari okumazdi. Ya kotu bisey yaziyorsa, ya yazilandan hoslanmazsa, hic boyle riskler almaya gerek yoktu hayatta.

Kokma Artık Burnuma Amansız, İstemiyorum.

- Gelme, üstüme gelme, bağırırım bak, kimsin ya sen?

Korku, ecel olmuş, boğazına düğümlenmişti sanki. Yüzünü de göremiyordu ki; sadece, küçük, küçücük, parlak bir nesne, bir taş, değerli olmalıydı, karanlığın bütün renklerini yansıtıyordu. Asağılarda değildi, dolayısı ile bir yüzük olamazdı, daha çok orta boylu birinin kafasının olabileceği bir yükseklikte, tamam, küpe, kafanın tek tarafına takılmış bir küpeydi bu.

Öykünün Yüzü

Her zaman aynı şey oluyor. Bir öykü yazmaya başladığımda onun yüzü beliriveriyor karşımda. Siliniyor aklımdan herşey. Halbuki ne güzel fikirler gelmişti. Karakterlerimi belirlemiştim, replikleri de… Hele bir tanesi vardı, çok komikti. Nasıldı? Kız kapıyı açıyordu da oğlanın yüzüne bakıyordu, sonra komik birşey soruyordu ve kapıyı oğlanın yüzüne kapatıyordu. Ay! Çok komikti ya, ne soruyordu?