Sayfalar

8 Mayıs 2011 Pazar

Hay bin Laden!..

İki tane twitter hesabım var. Birinde sadece Türkçe twit yazıyorum ve Türkiye’ki eş- dostla, beğendiğim, değer verdiğim haber ve sanat adamlarını takip ediyorum. Diğerindeyse sadece İngilizce haberleşebilen insanlar var takibimde ve Amerika’dan bir iki tanıdık. 140 karakterle durum tahlili, tespiti veya ifadesi yapılamayacağını iddia edip uzun süre uzak kaldığım twitter, zaman içinde en güvenilir haber etme ve haberdar olma aracım oldu. Takip ettiğim kuş sayısı tam bir sürü bile etmez ve izleyenim de yok gibi bir şey. Ama, ben aldığım haberlerden, okuduğum farklı görüş açılarından gelişip çoğaldığım gibi her konu hakkında fikir sahibi, taraflı ama yandaş olmayan, kıvrak zekalı ve cesur yürekli twitdaşlarımdam çok memnunum.

Anında takip ve naklen izleme hiç bir zaman söz konusu olamıyor maalesef, ama fırsat buldukça kaçırdıklarımı yakalamaya çalışarak ve beğendiğim bazı ötüşleri diğer kuşlarla paylaşarak ötüşüp duruyorum.

Lakin, gündelik hayata dair bir sürü zavazingo ansızın araya girip yayını kestiği için Osama Bin Laden haberi tahrip gücü yüksek bir bomba gibi gündeme düştüğünde ve sonrasında twittera uzun süre giremedim. Bu sabah baktığımda ise sağanak bir twit yağmuru altında sırılsıklam olmak kaçınılmazdı tabii. İzlediğim herkesi okudum, onların izlediklerinden beğenip paylaştıklarını da okudum, ancak sadece iki tanesini kendi twitdaşlarımla paylaşılmaya değer buldum. İkisi de Michael Moore’a aitti. Biliyorsunuz, kendisi her şeye muhalif olmakla pek ünlüdür. Amerikan senatörlerini yoldan çevirip ‘Kendi oğlunuzu Irak’a gönderir miydiniz?’ diye sorduğu filmler, 2003 yılının Oscar ödüllerinde yaptığı konuşmada ‘Ayıp sana Bush!’ diye bağırması ve dahi ayıpladığı, gösterdiği, eleştirdiği konuşmalarıyla Amerikan demokrasisinin hiç korkmadan hak arayan, hesap soran sesi haline gelmiştir. Moore, çok beğendiğim o twitlerinden birinde “Nefret edilen teröristler, tabii ki avlanıp yakalanmalı ve adeletin önüne çıkarılmalıdır. Biz, onlar gibi değiliz. Biz medeniyiz. Biz mahkemeler kurar ve yargılarız.” Demiş alaylı bir dille. Diğer twit ise şöyle diyor: “Özür dilerim, ama Ground Zero kahramanların ve kurbanların mezarlığıdır. Şampanyaların patlatılıp bir parti coşkusu içinde ‘USA, USA’ diye bağırılacak yer değildir.”. Ne diyim, hislerime tercüman olmuş. O yüzden ben de herkesle paylaştım.

Bu olayın basına duyurulduğu günün ertesinde iş yerindeki herkesin kuşkuyla durumu soruşturduğunu duyunca ve akşamında Türk kanallarında halkıma ait şüpheli yorumları da izleyince anladım ki, Amerikan halkı da dünyanın her yerinde olduğu gibi bu durumu onaylamıyor. Ve haklılar da. Laden’in ölümünden memnun olan ve o günün akşamında partiler düzenleyip sokaklara dökülen Amerika’lılar ise çok başka bir gruptular ve anlaşılmayı hak ediyorlar. Düşünün ki, bir yakınız, mesala babanız, ananız ya da hayat boyu size yol göstermiş, her zaman yanınızda olacağına iman ettiğiniz bir dost, bir abi/abla ya da büyükbaba/büyükanne, o kulelerde kömüre dönüşmüş ya da yerle yeksan olmuş; siz ne yapardınız? Ertesi gün hemen bütün gazetelerde ve internette de yayımlanan bir resim vardı. Bir adam, ikiz kulelerin önünde orada ölenlerin isimlerinin yazılı olduğu anıtın önünde diz çökmüş, dua eder gibi ellerini kavuşturmuş ağlıyordu. Bu adam ve onun gibi binlercesi için ölü bir Laden demek, alınmış intikam, huzura kavuşmuş bir sevgili ruh ve başarıyla sonuca erişmiş bir kutlu görev demekti. Doğru olması ya da olmaması onlar için fazla şey ifade etmiyordu çünkü onların bu ölümün/öldürülüşün doğru olduğuna inanmaya ihtiyaçları vardı. Bu, o gece kutlamalar düzenleyen grupların sadece küçük bir kısmıydı ne yazık ki. Peki ya şiddetten beslenen, ancak kan akıtarak ve görerek doyuma ulaşabilen karanlık guruh? İşte onlar, her yerdeydiler ve ne yazık ki, gün be gün artan çılgın bir hızla büyüyor, zamanın haber kaynakları ve internetin bazı kurumları tarafından kusuncaya, tıksınırıncaya kadar yediriliyor, doyuruluyorlardı.

Geneline baktığınızda Amerikan halkı, sesi pek de fazla duyulamayan/duyurulmayan bir korkunun acı türküsünü söylemekteler; Şimdi ne olacak? Bundan sonra kutlanacak her 4 Temmuz, bir dakikalık saygı duruşuyla anımsanan her 11 Eylül, onlar için bir kabustan başka bir şey olmayacak. Çoğunluk bunun farkında ve babası ikiz kulelerde ölen 14 yaşındaki o kızın Obama’ya yazdığı mektuptaki minnete, teşekküre katılmıyorlar, katılamıyorlar. Obama önümüzdeki seçim döneminde belki yeniden başkan olacak, yakınları ikiz kulelerde ölen pek çok kişi adaletin en sonunda vuk’u bulduğunu hayal edip avunacak belki, ama ya Amerika’nın bundan on sene önce açılan yarasında kanama duracak mı? Hayır!.. Hem de kocaman bir HAYIR ve herkes bunu biliyor.

Amerika’lılar, Laden’in avlanıp öldürüldüğü ve Obama’nın hala inatla israr ettiği şekliyle islami kurallara uygun olarak (!), göya saygıda kusur edilmeden gömüldüğü (daha doğrusu denize atıldığı) ve kusursuz olduğu zannedilen bu senaryoya bakıp ‘Fishy’ diyorlar. Bu, onların aralarında çokça kullandığı bir tabir ve balık gibi kaygan ve kaypak görünen her olaya taktıkları alaycı bir isim. Yani, kimse aptal değil ve kandırılmayı hak etmiyor, kabul etmiyoruz diyorlar. Peki, duyuluyorlar mı? Yine, koca bir HAYIR. Ellerinden bir şey gelmiyor. İkiz kulelerde ölenlerin yakınlarına duyulan sessiz bir hürmetle de inanmış, aldanmış ve kabullenmiş görünüyorlar sadece, o kadar. Şiddeti ve kan akıtmayı oyunun kuralı haline getirmeye çalışan ‘Büyük birader’lerin hükmü altına girmiş gibi görünen Obama’ya bakıp ‘Yazık oldu sana ve sana verilen oylara’ diyebiliyorlar sadece, ama içlerinden, dillendiremeden.

Bu durumda ‘Hay bin Laden!’ yerine belki de ‘Hay bin Obama!’ demek istiyorlar aslında, ama bu da yine ‘büyük birader’lerin kontrolü altındaki o karanlık güruhun savaş çığlıkları arasında duyulmuyor.

Hiç yorum yok: