Sayfalar

12 Ekim 2013 Cumartesi

Bu Aksam Basima Gelenler

Ne sinir!.. Sevmiyorum bu sehrin merkezini. Hic bir sehrin merkezini sevmiyorum aslinda. O kalabalik, onca insan... Hep ayni renk ve ayni ton. Sana benzeyen, senin gibi olan veya diger herkes gibi olmaya calisan, yuzlerce insan. Ha, bir de Cumartesi aksamiysa, herkes gibi 'eglenmeye calisan', hayattan alinan zevkin en ucundaymis gibi yapan koca bir suru. Kose baslarinda bagiran ve jazz muzigiymis gibi yapan tangur tungurtu da cabasi. Ya, onlara bakan yuksek camekanli vitrinlerinden 'hayat cok guzel' renklerindeki gozleriyle hic bir yere bakmayan, boylece gormek diye bir derdi olmayan renk korlerine ne demeli...



Belki de abartiyorumdur. Ama boyle dusune dusune ve ayni zamanda soylene soylene arabami park ettigim ucradan arkadasimla bulusacagim yere yuruyorum. Ucra, cunku, bu saatte sehrin merkezinde gidecegin yere uygun mesafede bir park yeri bulmak da, bu kadar renk koru arasinda renkli bakan birini bulmak kadar zor... Oyle bir yerdeyim ki, gidecegim yere cok yakin oldugum duygusu haric, nerede oldugum konusunda en ufak bir fikrim yok. Cok yakinim, biliyorum, velakin, nerede oldugumu bilmiyorum. Dolayisiyla, yakinlik kavrami da anlam degistiriyor ve bir tanim olmaktan cikip soru isaretine evriliyor.

Tam o sirada gordum onu. Dunyayi icinde tasidigi izlenimi veren sirt cantasiyla gencten bir adam, park yerinden cikiyor. Ben oyle saskin saskin bakinirken, yanimdan gecip gidecek. O kadar zor durumdayim ki, buna musaade edemem. Onu durdurup nerede oldugumu soruyorum tabii. O da nereye gitmek istedigimi soruyor hakli olarak. Zira, sag tarafi gosterse bambaska bir yere cikabilirim gidecegim yer sol taraftayken. Soyluyorum. O da yukariyi gosteriyor, beraberce yurumeye basliyoruz. Belli ki o da o yonde gidecek. Ya da, hangi yonde gidecegine o anda karar veriyor, bilemiyorum. Bana nereden oldugumu soruyor. Sazan vaziyetinde sehrin guneyinden oldugumu soyluyorum. Yok, aslinda nereliymisim, nerede dogmus buyumusum yani. Onu da soyluyorum. Sonra icimde bir sey susma diyor, hikayesini ogren. Sen nereden oldugumu zannetmistin diyorum. O da bana Avrupa merkezinden bir ulke soyluyor. Dogrudur, onlarla pek cok ortak kelimemiz bile var. Eee, dile kolay!.. bilmem kac yuzyil Osmanli olarak yasa, sonra da ozgun bir dile sahip oldugunu zannet, olacak sey mi?..

Derken, sadede geliyoruz. Bana boyle bir sey sormaktan nefret ediyormus ama, sormak zorundaymis. Sansini denemek istiyor bende, hemen anliyorum tabii. Ama, bastan beri hikayesini dinleyecegim diyorum ya, iste firsat. Soyle, cekinme gibilerinden bir seyler geveliyorum. Derken ehliyetini kaybettiginden ve dolayisiyla vergi islemlerini halledemediginden bahsediyor. Vergi beyannamesi icin son gun bundan uc gun sonra. Pazartesi DMV'ye (trafik sube mudurlugu gibi bir sey iste) gidip ehliyetini cikaracak ve ondan sonra da vergisini odeyecek ama oraya gitmek icin 2 dolar (otobus parasi ) ve islemler icin de 10 dolara ihtiyaci var. Bu arada kiz arkadasiyla yasadigini, bes yasinda bir kiz cocugu oldugunu, aslinda sehir merkezindeki unlu bir restorantta bulasikci olarak calistigini ve son bir haftadir devam eden devlet iflasindan dolayi DMV kapali oldugu icin bugune kadar kaldigini anlatiyor bana... Annesi halen hayattaymis ve bu yaptigini duysa onu oldururmus falan filan.

Inaniyor muyum? Hayir. Yoo, aslinda dogru cevap, bilmiyorum. Taa basindan beri hikayesini duymak istiyordum ya, bir seyler ona inanmam gerektigini soyluyor ve ben o seyleri dinlemek istiyorum. Hikaye istiyordun, al sana hikaye diyorum kendi kendime. O da anlatiyor baba anlatiyor. Aslinda kendi isi varmis, ama oturdugu apartmandaki garajini marangoz hane gibi kullanmaya baslayinca etraftan sikayet edip apartman yoneticilerini uyarmislar. Onlar da garibin ekmegine mani olmuslar. O marangoz hane gercekte var midir, yoksa yillardir hayalini susleyen bir arzu mudur bilemiyorum. Ama bu kadar hizli anlatilan, boylesi bir hikaye, uyduruk olsa bile saygiyi hak ediyor, cunku umudu temsil ediyor bence.

Tuttum, o umudun yuzu suyu hurmetine ona 20 dolar verdim. Emin misiniz diye sordu bana. Aslinda en basinda, hikayesini duymak istedigimde eksilmistim ben 20 dolar. Soylemiyorum tabii, ama parayi, gizli olmaya calisarak avucuna tikistirirken, senden tek istedigim bir gun bu ani hatirlaman diyorum. Ama yakin gelecekte, ama olum doseginde, beni hatirla diyorum ona... Niye birdenbire bu kadar onemli oldu hatirlanmak, anlayamiyorum. Bir de, soyledigin gibi o kucun kizin var olup olmadigini bilmiyorum, ama var olan veya var olacak olan butun cocuklarin icin sana ugur getirsin bu para diyorum. Cok anlamsiz oldugunu bile bile sunu da soyluyorum. Sadece ben sana, su anda inandigim icin, umut var, sakin bunu unutma diyorum.  Oyle garip bakiyor ki yuzume, anlattigi her seyin dogru olduguna iman ediyorum.

Iki saat sonra donus yolunda, 75 mil hizla giderken, birden onume cikiveren ve oraya nasil gelmis olabilecegini hala cozemedigim, bebek puseti buyuklugundeki garip nesneye son anda yaptigim bir manevrayla carpmaktan kurtuluyorum. O hizla giderken o nesneye carpmis olsaydim, ne su anda bunlari yazabiliyor olurdum, ne de iki saat once cebimden cikan 20 dolarin kanatlanip o garibanla beraber beni de ucurduguna inanabilirdim.

Deli miyim ne, olacak sey mi?..

Degil elbet. Degil de, hangisi degil?.. Adamin hikayesi mi, benim ona inanmam mi, yoksa yolda basima gelenle yola cikmadan olanlarin baglantisi mi?.. Belki de hic biri, kim bilir?.. Ya da, hepsi...

Hiç yorum yok: